Kaynak: Mynet
Kanyon ve Doğa Sporları Arama Kurtarma Derneği (KADAK) Başkanı Haydar Daştan ve ekibi Saklıkent’in kalbine giden bir yolculuğa çıktı. Daştan bu gezi sırasında yaşadıklarını anlattı.
‘Saklıkent’i geçelim mi?’ teklifiyle beraber büyük bir heyecan yaşadığını ifade eden Daştan, Seydikemer Kaymakamlığı ve Seydikemer Belediyesi ile resmi yazışmaların sonunda ekibini oluşturduklarını söyledi. Uzun bir yolculuğun ardından İzmir’deki ana ekip ile buluşan Daştan ve arkadaşları kısa bir yemek molasının ardından Kanyon’a doğru yola çıktılar. Saatler süren karavan yolculuğunun ardından Saklıkent’e ulaşan ekip büyük bir şaşkınlık yaşadı. Daştan ilk görüşteki izlenimlerini, “Sonunda heyecan ile beklediğimiz kanyon giriş noktasına geldik. İçeri girdiğimiz andan itibaren bambaşka bir kanyon ile karşılaşacağımızı tahmin bile etmiyordum.Bir sene içerisinde bu kadar değişikliğin olmasını aklım almıyordu.Suyun çok yüksek olması ve tuzaklı balçık bataklıkların engellemelerine rağmen sorunsuz bir şekilde kanyonu bitirdik” diyerek anlattı.
DOĞA HEM ACIMASIZ HEM DE ŞEFKATLİ
İçeride kendilerinin neyi beklediğini bilmediklerini ifade eden Daştan, “Doğanın bu kadar acımasız ve bir o kadar da şefkatli olacağını da tahmin etmiyordum.İlk inişi Kerim yaptı, yaklaşık 40 metre ve köprüden direkt negatif eğimli bir inişti, aşağıya en son ben indim ve suyun olması gerekenden çok çok fazla olduğunu fark ettim, bu bir engel değildi ama içeride bizi nasıl zorlayacağını da hiç aklımdan çıkaramıyordum. Kanyonda ilerlerken olması gerekenden çok fazla kaya düşmelerini fark ettim, asla kasklar kafadan çıkmamalıydı, biz ilerledikçe kanyon da kollarını bize açıyordu ilerledikçe güzelleşiyordu kanyon, dar koridordan ilerlerken rüzgarın sesi sanki gel gel diye çağırıyordu bizi” dedi.
Kanyonun en tehlikeli yeri olarak görülen mağaraya ekibiyle birlikte inen Daştan, “Bir iki derken 4. inişe yani kanyon içindeki mağaraya gelmiştik burası kanyonun başı ama en teklikeli yeriydi, zaten ineceğimiz kuyunun adı da olmuştu, nedenini mağaraya girdikten sonra anlıyordunuz. Dışarıda geçen seneden kalan iniş için kayaya çaktığımız boldlar yoktu, suyun kuvveti ile hepsi dibinden kopmuştu. İnanmak istemiyordum ama kuyunun başındaydık, içeri ışık tutuyorum hiçbir şey göremiyordum” diye konuştu.
“EJDERHALARLA SAVAŞ GİBİYDİ”
Korku, heyacan ve adrenalin duygularının birbirine karıştığının altını çizen Daştan, “Daracık koridorda bir ileri bir geri defalarca emin olmak için içeri baktım, bu inişteki zorluk derecesi ancak Ejderhalar ile savaşla kıyaslanabilirdi. Zifiri karanlıktı ve suyun buğusuyla oluşan mutlak karanlık bir de suyun çamurlu soğuk serpintisi görüş mesafesini tamamen yok etmişti. Korku, heyecan, adrenalin, coşku, endişe, tüm duygular birbirine karışmıştı, sakince bunu da aşacaktık ama önce benim sakin olmam gerekiyordu, şu ana kadar indiğimiz tüm istasyonlardaki boldlar yerinden kopmuş yükseklik mesafeleri de değişmişti. Bu moralimi bozmuştu, ekibe yansıtmadan bunu nasıl aşacağımız ile ilgili bir B planım vardı” dedi.
B planını devre soktuğundan bahseden Daştan, “Arkadaşlar Yusuf’un kuyusuna geldik dedim, Hilti ile hemen istasyonumuzu kurduk, Yiğit bir cerrah asistanı gibi istediğim malzemeleri tam avucuma koyuyor ve ben tutmadan da bırakmıyordu.Hemen kafa fenerlerimizi takarak gece moduna geçiş yaptık, artık mağara geçişi için hazırdık. Mağaranın girişinde su debisi hareket etmeyi çok zorlaştırıyordu, boldu çaktıktan sonra, ben yusuf ile kuyunun içinde ilk tanışmayı yaptım asıl aksiyon şimdi başlayacaktı.Kuyunun içindeki minik balkona indim sonra, Kerim’in dediği gibi ışık sistemi ile haberleşmeye başladık. Kerim Selvili hemen arkamdan geldi bu kez farklı bir şekilde iniş yapacaktık, daha önce nasıl iniş yaptığımızı ve şimdi nasıl inmemiz gerektiğini anlattım ortak karar verdik ve şelalenin altında ekipmanı koruyarak balkona istasyonumuzu kurduk bu arada tüm ekip mağaraya ilk adımımızı atmıştık, artık asla geri dönüş yoktu.Hepimiz bir avuç yerde soğuk su içinde koyun koyunaydık” diye konuştu.
Ekipmanların ıslanmasından ve havada oluşan çamurlu suyun nefes alışverişini zorlaştırdığından bahseden Daştan, “Ekipmanımız çok ıslanmıştı Yiğit hemen gece giyineceği kuru kıyafetleri çıkararak bebek gibi Hilti’mizi sarıp sarmaladı güvenceye aldı, hepimizin sonraki adımı bu malzemelere bağlıydı. İpi aşağıya çekmek çok zor olacağı için bir perlon düğümü ile ipin pandül yönünü ayarladık. Havada oluşan çamurlu suyun buğusu nefes almayı zorlaştırıyordu. Kerim ile yine ışık sistemi ile anlaşarak ben ilk adımımı attım, bacaklarım titriyor nefes almakta çok zorlanıyordum, ortam buz gibi soğuktu dip dibeyken bile birbirimizi duyamıyorduk. Göz işaretleri ile Kerim’in ‘uğurlar ola’ dediğini anlamıştım şelaleden su akmıyor adeta bizi dövüyordu, suyun değdiği yerlerde adeta ateş çıkıyordu, benden sonra Kerim, en son da Ercüment gelecekti, öyle de oldu.” ifadelerini kullandı.
“BEŞ TONLUK BİR BOĞANIN OMUZLARINDA GİBİ HİSSEDİYORDUM”
İnişe başladıklarında büyük bir zorluk yaşadıklarını söyleyen Daştan, “İnişe başladım ama sanki beş tonluk bir boğanın boynuzlarında gibi hissediyordum kendimi, ayağa kalkamıyordum su bir sağa bir sola vuruyordu beni, ayağa kalkabilsem ah bir ayaklarımın üstüne kalkabilsem şelale ile dans edecektim. Hasan Gedikli abimin sözü geldi aklıma ‘Aksi bir durumda yapacağın tek şey nefes almaya çalışmak olmalı’. Ben de öyle yaptım. Derin nefesler alarak kalp ritmimi düzenledim ve bilinmeze doğru inişe devam ettim. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu, su akmıyor adeta hırs ile dövüyordu beni ama kararlıydık kanyonun kalbine girecektik bir kere. Sona geldim ve iniş bitmeden ip bitti. Ayaklarım yere değmemişti, Şelalenin yüksekliğinden akan suyun kuvveti dibi oymuş mesafe 1.5 metre artmıştı tutacak ipim kalmamıştı suyun yoğunluğundan ve çamurlu olmasından dolayı hiç bir şey göremiyordum gücüm tükenmek üzereydi altta düşeceğim zemini ve mesafeyi tahmin edemiyordum” dedi.
Ekip arkadaşlarının kendisinden sonra sırasıyla işini tamamladıklarını anlatan gezgin, “Kendimi kasarak bedenimi boşluya bıraktım, sığ bir su birikintisi beni kucaklamıştı, aslında dik dursam ayaklarım yere değecekmiş. Bedenimi kontrol ederek Kerim’e sinyal gönderdim hızlıca tecrübesini konuşturarak yanıma geldi emniyeti devraldı, sırada Pınar vardı inişe başladı ama su o kadar kuvvetliydi ki aşağıdan bakarken tavla içindeki zara benziyordu bir sağa, bir sola savruluyordu adım atmak zor değil imkansızdı. Seslerimiz duyulmuyor ışığın gücü çamurlu sudan dolayı ilerleyemiyordu. Son bir gayretle artık Pınar da yanımızdaydı. Yiğit ve Yağız da inmişti sıra ardçı Ercüment’deydi. O da gelse rahat bir nefes alacaktık, yok! Hiç bir yaşam belirtisi yok! Düdük, ışık, bağırtı hiç birine cevap yok, sesimizi duyuramıyorduk, boş boş bekliyorduk. Aklıma bir şey gelmiyordu ama Ercüment de gelmiyordu. Suyun baskısından dolayı ipte birinin olduğunu sanması gayet normaldi, orada geçen yarım saat yarım asır gibi gelmişti. Minik bir ışık belirtisi gördüm dedi Yiğit, sakince geliyordu ve o da güvenle inmişti. Askerden gelen evlada sarılır gibi sarıldık birbirimize, ekibin moral motivasyonu son derece uyumlu ve zirvedeydi.” diye konuştu.
“TAM ANLAMIYLA YERİN DİBİNDEYDİK”
Mutlak bir karanlık bölgesine ulaştıklarını ve göğüslerine kadar bataklığa girdiklerini anlatan Daştan, “Şimdi mutlak karanlık bölgeye gelmiştik, daha önce buradan geçerken göğsümüze kadar bataklığa bata çıka ilerlemiştik, herkese hazırlıklı olması gerektiğini kerim ile önden giderek yol açacağımızı söyledim, yavaşça ilerlemeye başladık ama 6 ay önce oluşan sel karanlık bölgeyi tertemiz yapmıştı çamur da yoktu yüksek su da, ayak bileklerimizde incecik su ile güle oynaya oradan geçtik. Tam anlamıyla yerin dibindeydik. Kanyon artık bizi tamamen kalbine almıştı, o yorgunluğun üstüne bu kolay geçiş mükafat gibi gelmişti. Koridordan hafif esen sıcak esinti bedenimizden tüm yorgunlukları uçurdu gitti ve ilk gece için kamp alanımıza geldik. ‘Haydi arkadaşlar kamp alanındayız’ dediğimde herkeste bir coşku neşe ve kanyon ile uyumun verdiği zevk ile yayıldık bir yerlere. Şaşkınlık içindeydim kamp alanımız darmadağın olmuştu, devasa kayalar kaplamıştı yatacağımız yerleri, zaman kaybetmeden karanlığa kalmayalım diye Kerim, Yağız ve Yiğit hızlıca odun toplamaya başladı.Pınar aile sofrası hazırlarken bizler de sabaha kadar yetecek odun toplamıştık, kamp ateşi her zaman olmazsa olmazlarımızdandır. Kerim minik bir ateşle hayatımda içtiğim en lezzetli çayı demlemişti, kendi kahve keyfinden önce Ercüment ve benim çayımızı düşünmesi, içimde kocaman bir yumru oluşturmuştu, bu baba olmanın tecrübesiydi sanırım” dedi.
Yemeğin sonrasında bir kayanın dibinde uyuyakaldığından bahseden Daştan, “Yemek bitmeden bir kayanın dibinde uyuya kalmışım, sabaha doğru gürültü patırtı ile uyandım bölgenin sakini Ayı’nın alanındaydık, sanırım yemek kokusu cezb etmişti, O da payına düşeni almaya gelmişti, ama Yiğitin yaktığı devasa çoban ateşi tüm kanyonu hem aydınlatmış hem de ısıtmıştı. Bu gece evren o alanı bize ayırmıştı. Karşı tepeye ışık tutunca parlayan gözlerinden misafirimizi tanımıştık. Bir yandan tilkiler çığlıklar atarak uykumuzu bölüyor bir yandan da Ayı’nın kırdığı dal sesiyle uykumuza ara veriyorduk. Her birimiz tetikte yarım yamalak uyuyorduk birimiz hariç, boynunu düzeltmek için ‘Ercü-Ercü’ diye seslendiğimde aldığım tepkiden korkmuştum. O ise benim gibi zarif bir adamı ayı sanmıştı. Öyle bir bağırdı ki ben de ondan korktum sonra kahkahalarla gel de uyu” diyerek macerasını anlatmaya devam etti.
SABAH GÜNEŞİ ERİTİYORDU
Saklıkent’te sabah güneşinin kendilerini eritecek kadar sıcak olduğundan söz eden Daştan, “İlerledikçe kanyon zeminin çamaşır makinası içindeymiş gibi savrulmuş olduğunu gördüm. Hiç bir istasyon sağlam kalmamıştı, elimizdeki teknik malzemeyi idareli kullanarak çıkabilmeliydik. Bir yandan güneş bir yandan balçık zemin ve gizli tuzaklar bir yandan da değişen kanyon rotası bizi şaşkına çevirmişti. Zorla da olsa emin adımlarla ilerliyorduk, tüm istasyonları bulmak da işe yaramıyordu. Kısa ip açılması gereken yerlerde Kerim Kendi emniyet kemerinden istasyon alıyor en son biz aşağıdan onu yakalayarak indiriyorduk, bir tek eskiden kalan perlon ile yaptığımız istasyonlar sağlam kalmıştı, kanyon ile mücadele etmiyor uyum sağlamaya çalışıyorduk, bir inişte sıcaktan kavrulurken bir sonraki inişte gölgeden üşüyebiliyorduk, kanyon içi tamamen değişmişti.” dedi.
MUTLU SON
Ekip arkadaşlarından bir sürü şey öğrenerek kanyon serüvenini tamamladıklarını anlatan Daştan, “17 iniş sonrası kanyon bitmeliydi ama 23. İnişdeydik sonra ne çıkar bilmiyordum.Biz ilerlemiyorduk sanki kanyon ayaklarımızın altından akıp gidiyordu, sona yaklaşmıştık, küçük göletler bölgesini de geçmiştik 10 metrelik bir iniş daha çıktı karşımıza burayı hatırlamıştım direk çamurlu derin suya iniş yaptığım yerdi, ama zeminde su yoktu artık finaldeydik küçük ip ile hızlıca indik aşağıya, karanlığa kalmak istemiyorduk adımlarımızı hızlandırdık ve küçük bir mola verdik. Ercüment çantasından suyunu çıkararak yarısını bana verdi ben suyu içtikçe o an tenimden buharlaşmayı da hissedebiliyordum artık en sondaydık duvarlarda turistlerin yazdığı isimleri görünce jenerik kısmına gelmiş olduğumuzu anladım bedenimden kocaman bir yük kalkmıştı sanki, kanatlanmış gibi içim huzurla dolmuştu. Kerim’den babalık Pınar’dan Annelik Ercüment’den sakinlik Yiğit’den Enerji Yağız’dan seda alarak tamamladık kanyonu” ifadelerini kullandı.