Kanyoning bir matematik işidir, iki kere düşünür bir kere hareket edersin, ama her zaman kontrol edemediğimiz bir yanı oluyor; sonucu mükemmel yapan ya da mahveden bir yanı. Asla anlayamayacağımız bir gizem bu! Belki de kanyona ne zaman girmemiz gerektiğini söyleyen de bu.
Adımları takip ediyoruz yükseklikleri ölçüyoruz keşifler yapıyoruz her zaman suyun en yüksek akış seviyesini hesaplıyoruz. Kanyonda aynı yerden defalarca da geçseniz alacağınız keyif hiçbir zaman aynı olmaz.
Ekip arkadaşlarınıza inanmalı, koşulsuz güvenmelisiniz ve bu güven oluştuktan sonra gizem yeniden başlar. Işığın olduğu yerde gölgede vardır gölge varsa belirsizlik de vardır. İçimizden taşan bir güç bedenimizi istemsizce hareket ettirir bu içgüdünün gücüdür, ne pahasına olursa olsun tüm engelleri aşmamızı sağlayan bir güçtür…
Hiçbir karşıtlığı olmayacak bir güçtür bu öyle bir güçtür ki ona teslim olursunuz, İşte bu; esas olanın, kanyonların gücüdür…
Bu yaşanmışlık öyküsü de böyle bir gücü anlatıyor…
Keşif yapacağımız bölgede yerel halktan lojistik için yardım araştırırken köy muhtarı bize destek için birini buldu. Randevulaştığımız Yusuf abi bizi navigasyon ile belirlediğimiz yere 1900’ler den kalma aracıyla, karınca hızıyla yol alarak kamp alanına bıraktı.
Koskoca ormanın tam ortasında bize rezerve edilmiş gibi bir açık alan vardı, hızlıca ekipmanlarımızı araçtan boşaltıp planlama yapar yapmaz kamp alanında yerlere serildik, Yusuf abi giderken sakın kamp ateşi yakmayın, ormancılar yasak getirdi diyerek son sözlerini kulağımıza küpe yapmıştı. İlk kez bir ritüeli gerçekleştirememenin buruk hüznü kalmıştı içimizde…
Erdal ve Kadir tam merkeze yayıldılar Ayşen arabada yerini hazırlamıştı ben de ormanın içine doğru gitmiştim. Aslında Erdal uyarmıştı ormandan ayılar çıkabilir diye, ama ben çoktan toprağa serdiğim uyku tulumumun üstüne uzanmıştım bile. Bir yandan kanyonun nasıl çıkacağını düşünüp bir yandan ormandan gelen ağaçkakan seslerini dinliyordum bülbüller yuvalarına gitmeden mekanımızda son serenatlarını yapıyorlardı. Önce uzun süren bir sessizlik oldu ardından sakince dev gibi bir parlama! O tüm heybetiyle bize aydınlık yüzünü göstermişti, bundan sonra olacaklara sadece Ay şahitti…
Çatırtılar ile ürkek geçen yarım yamalak asker uykusunun ardından nihayet sabah oluyordu. Ay artık yerini güneşin sarı sıcak ışıklarına bırakmıştı gün aymış toprağın serinliğini de hafif bir sıcaklık kaplamıştı.
Erdal bir kahvaltı hazırlamıştı ki sormayın bir kuş sütü eksik bir de patates kızartması ha bir de annemin çocukken yaptığı yumurtalı ekmek… Bu enerji ile iki kez girip çıkabilirdik kanyona.
Atıştırmalıklarımızı da ayarlayıp görev dağılımı yaptık ve yola koyulmaya başladık. O kadar heyecan vericiydi ki biz yürümüyorduk adeta yol ayağımızın altından kayıyordu…
Ve Nirvanadaydık. Kanyon kapısını bize açmıştı, ilk inişe gelmiştik, istasyonu kurarak küçük inişlerle başladık kanyona, mesafe kısa ama inişler yüksekti. Üç, beş derken otuz, kırk metrelik inişler ile karşılaşmaya başladık in in kanyon bitmiyordu, daha ne kadar iniş olduğunu da kestiremiyorduk, malzememiz ekipmanımız ve motivasyonumuz tam da zirvedeydi.
Yedinci inişe geldiğimizde kanyonda karşımıza hayat kurtaran bir by-pass kaçış noktası çıktı. Ekipmanımızı kontrol ederek devam kararı verdik. Tüm inişler yüksek ve profesyonellik gerektiren bir yapıya sahipti, elimizdeki malzemeler yetmezse diye Kadir ve Ayşen yan çıkış yaparak 20 takım daha bol alıp bir saat içerisinde geri geldiler, sanki oyunun ikinci leveline geçmiştik. Bu arada Erdal ile birlikte fizibilite yaptık, b planı devredeydi fazladan malzemeleri de sırtlanıp yeni kurduğumuz istasyondan inişlere başladık. Film şeridi gibi geçiyordu dar koridorlar, hata payımız yoktu, tam bir vücut gibi hareket ederken uluslararası kanyon dilinde iletişim kurmaya başlamıştık. Ben istasyonu delip kuruluma hazırlıyordum, Erdal bold ve perlonları hazırlıyor kadir de iniş için sistemi çalışır hale getiriyordu, Ayşen görüntü kaydı ile keşfi kayıt altına alıyordu.
Yorgundum ama yorgunluğumun keşif gibi kutsal bir amacı vardı, dar koridorlarda ilerledikçe kanyon bize daha da güzel sürprizler hazırlıyordu, her iniş birbirinden güzel ve sağlam kaya yapısına sahipti. Tam yandık piştik derken üzerimizden bir yağmur bulutu geçerek tenimize minik buseler kondurdu, kayalar serinledi ortalığı mis gibi kekik kokusu kapladı, Erdal da yüksek sesle şarkılarını söylemeye başladı.
Hayatım boyunca imkansızları başardım, mucizeler yarattım ama bu sefer mental gücümü çok zorladı. 100 katlı bir bina düşünün mesela Skyland İstanbul yani 300m yükseklik düşünün işte yeni keşfini yaptığımız kanyondaki toplam iniş mesafesi tam olarak bu kadardı.
Derler ki ölmeden önce hayatın film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş
ama ben gözlerimi kapadığımda geçmişi değil geleceği görüyordum, sonra yaşayacağımız hazzı, tutkuyu ve başarmış olmanın verdiği huzuru…
Artık sonlara gelmiştik, tam 23 iniş, birbirinden güzel insan yüzü görmemiş 23 iniş. Kanyonu bitirmiş artık ormanlık alana girmiştik yüküm çok ağırdı, mücadele etmeliydim suyum bitmiş, boğazım kurumuş sesim de çatallaşmıştı, ince kısık sesimle Erdal diye seslendim Dehidrsyona girmek üzere olduğumun farkındaydım gözlerim kararsa da iç sesimi dinliyordum diren Haydar… Gölgede bir taşa sırtımı yasladığımda Ayşen’in su matarasını ağzıma dayadığını fark ettim son damlalarını ekiple paylaşmıştı.
Gerçekten de birden gözüme ışık gelmişti, küçücük mavi mataradaki su hepimizi hayata bağlamıştı. Hayaller ve gerçekler birbirine karışmış gibiydi bir günde keşfini tamamladığımız bu güzelim dağın kalbini tüm ekip arkadaşlarımızla paylaşacaktık artık…
Telsiz Kayboldu...
Erdal şu sözleriyle anlatıyordu durumu; beş dakika önce yere yığılıp bana elleri ile pervane yapan Haydar’ın gözlerindeki yaşlar kızıl kuru toprağı ıslatıyordu. 4 günlük maratonda içi 60 adet bolt dolu çantayı kadir le birlikte kaldırıp sırtına koyduğunda gelen kemik ezilmesi sol notası gibi çınlıyordu kulağımda. Gık demedi...
Yola ulaşmıştık Aysen; ben gidip aracı alıp geleyim dedi yükselen dolunaya bakarak birazdan hava kararacak. Haydar olmaz dedi ben giderim. Aldı anahtarı telsizi ve kafa lambasını yola koyuldu hem de koşarak… 10 dakika geçti 20 dakika geçti Haydar’dan ses yok… En sonunda telsiz çınladı 'Kadir' diye...
Ben kayboldum. Hemen kafa lambasının ışığını görüp bize doğru gelmesi için deniz feneri moduna geçtim. Ayşen le Kadir de yola çıktılar hem aracı almaya hem de Haydar’ı bulmaya. Haydar 10 dakika içinde üst yoldan değil alt yoldan bana doğru geliyordu. Sağlıklı bir şekilde geldi çok şükür.. Telsiz Kayboldu dedi. Canın sağ olsun kardeşim…
Yazılarımı en çok da biz olmadan sen bu işi asla yapamazsın diyenler okuyor ve en iyi takipçilerim de onlar.
Yani demem o ki;
“Diğer insanların seninle ilgili varsayımları seni ilgilendirmez, sen önüne bak işine bak dik dur ve yolundan asla sapma belirlediğin hedefe hiç durmadan yürü.”
Öğrendiğim tek bir şey var; “Duyguları ve kanyonları yenmek imkansızdır”
HAYDAR DAŞTAN
KADAK Kanyon ve Doğa Sporları Arama Kurtarma Başkanı