Kırk urgan kanyonu adını her duyduğumda kendimden geçerim, içimi taptaze bahar havası kaplar ve heyecanla bayram sabahına uyanan çocuklar gibi etkinlik tarihini beklerim. Kerim’in hadi gidelim teklifiyle hemen hazırlıklara başladım. Mental olarak çok zorlu bir kanyon olduğu için ekip arkadaşlarımın da güçlü ve uyumlu olmaları gerekiyordu. Çok kısa sürede canımı tereddütsüz emanet edeceğim çekirdek kadromuz oluşmuştu.
Yüksek iniş mesafelerinin 70-80m olduğunu düşününce her defasında en yakınımdaki binaların kat yüksekliklerini sayıyordum ama hiçbiri o yüksekliğe denk gelmiyordu. Dikkatli ve eksiksiz bir takım çantası hazırlamalı olası aksilikleri de düşünerek yedek malzemeleri de yanıma almalıydım.
Defalarca hangi durumda ne yapabilirim diye provalar yaptım, artık zaman gelmiş ekibimiz de netleşmişti. Dokuz kişi olmuştuk, ekibimizden bir kişi daha önce eğitim verdiğim beraber çok zorlu geçişler yaptığım Armağan’dı. Armağanın özel bir durumu vardı, hem duymuyor hem de konuşamıyordu fakat çok iyi ağız okuyabiliyordu. İki kat dikkatli olmalıydık. Armağan’ı ekibin ortasına aldım Kerim Hoca istasyonları hareketli sistemle kuracak kişiydi yani en önemli görevlerden biri olan Ard’çılık yapacaktı ona şartsız güveniyordum. İki aslan yürekli arkadaşım Ercan ve Celal ipleri taşıyarak Kerim hocanın önünden geliyorlardı, Tuner ve Ebru da yerlerini almıştı, tam ortamızda Armağan vardı, onun önünde ejderhalar ile savaşacak yüreğe sahip Can vardı yeni öğrenci olmasına rağmen harikalar yaratıyordu, Ekibin Anası Pınar ile body olduk ben de öncü inişi sağlayacaktım.
Kerim istasyonları kurup ipi aşağı attıktan sonra yerini bana devrediyordu, ben iniş hazırlığımı yaparken Pınar çocuğunu okula gönderen anne gibi son kontrolleri yapıyordu.
Her inişte bacaklarım tir tir titriyordu, sonu görünmeyen yeni bir bilinmeze gidiyorduk, en son sel felaketinden sonra kanyonun içinin değişmiş olduğunu fark ettim.
Bu kaya burada değildi, burada bir ağaç vardı, buradan kayarak inmemiz gerekiyordu, bu kadar yüksek olmaması gerekiyordu…
Daha ilk baştan büyük bir şok yaşamıştım, neyse ki yeteri kadar ekipmanımız vardı ve mental olarak da çok güçlüydük.
Kanyonu sorunsuz bir şekilde geçerek bi o kadar da keyif almalıydık, her inişte etrafımı izliyor beynime yeni şekillenen görüntüleri kazıyordum. Küçük inişleri tek tek aşıyorduk, içeride dev kazanlar olduğu için bazen de tırmanış yapmamız gerekiyordu. Burası Türkiye’nin en kısa en yüksek inişleri olan kanyonuydu, bir yerden indikten sonra orada en fazla iki kişinin kalabileceği minik çıkıntılar vardı, sırtımızda çanta ile iniş yaptıktan sonra sağa sola dönerken denge kaybetmemek için birbirimize dokunmamaya çalışıyorduk,
Telsiz koordinasyonumuz mükemmel işliyordu, sporcu gelebilir, inişin ortasından sonra negatife düşülüyor, sol tarafta çalılar var oraya girmemeye dikkat edin, sağdan inersen Pandül yersin, keskin kenarlı kaya var diye sürekli irtibat halindeydik.
Yamaçlarda çok fazla çalı olduğu için aşağı atılan ip yere inmeden çalılara takılarak kör düğüm oluyordu, her inişimde acaba hat açık mıdır diye düşünüyordum. Öncü iniş yapmanın stresiyle sürekli ipi kontrol ediyordum aşağıda emniyetimi alacak kimse yoktu. Kendimi güvene aldığım ilk ara noktada oluşan düğümleri açarak kalan ipi topluyor yeniden aşağı atıyordum, ip üzerinde bazen kendiliğinden düğümler oluşuyordu onları çözmek zaman aldığı için telsiz ile yukarıya haber veriyordum.
Ekipmanlarımız Kaya Safety’nin tam profesyonel kanyon kemeri olduğu için asla askı travması yaşamayacağımızı biliyordum, tam anlamıyla güvendeydik. Arkadaşlarım ara sıra kamp alanını soruyordu, bu yorgunluk belirtisiydi, motive ederek tüm güzellikleri masal gibi anlatıyordum, Öyle de oldu iki yüksek inişten sonra kamp alanına gelecektik ama tuzaklar dolu kanyon ile savaşmak yerine biz kanyon ile uyumu seçmiştik.
İlk 75 m iniş direk bir kuyuya denk geliyordu, oraya geldiğimde teknik bir hareket ile kendimi kenara atmalıydım, öncesinde ip üzerindeyken oluşan düğümleri çözmek bana çok enerji harcatmıştı. Uygun bir yerde durup nefes kontrolümü yaptım ve bir kaç denemeden sonra kendimi kuyuya girmekten kurtardım, yukarıda arkadaşlarım beni merak etmişlerdi, boğazım kurumuş konuşamıyordum, çantadan suyumu çıkarmak o kadar uzun gelmişti ki anlatamam ilk yudum adeta can suyu gibi gelmişti.
Kalbim güm güm sanki yüzümde atıyordu, telsizi elime aldım ve inilmesi gereken rotayı söyledim, Pınar ipe girmiş ve en güvenli rotadan inişi sağlıyordu, profesyonel teknikler ile kısa sürede yanıma geldi, dağın içine giren ve inilmemesi gereken kuyuyu görünce bakışlarındaki şaşkınlığı anlamıştım. Artık emniyeti Pınar’a devredebilir ve dinlenebilirdim, birlikte herkesi tek tek aşağıya indirdik küçücük bir alanda nefes nefeseydik, ana kampa bir tek iniş kalmıştı burası kanyonun en uzun iniş duvarının olduğu yerdi.
Hava kararmaya başlamıştı tüm arkadaşlarıma artık gece moduna geçiyoruz, kafa fenerlerinizi hazırlayın dedim. Derin bir yarığın arasında olduğumuz için karanlık hızlıca çöküyordu.
Kanyonun kalbine girecektik...
Kerim istasyonu kurdu ve hazır mısın diye işaret etti, en yüksek inişte üzerimde ekstra bir çanta daha olacaktı diğer çantayı göbek bağı ile kendime bağlayarak aşağı sarkıttım, çok zor olacaktı biliyorum yük fazla olduğu için kontrollü inmem gerekiyordu, adımlarımı seri ve güvenli atarak süratimi kontrol altına aldım, hızımı yavaşlattım son metrelere geldiğimde ipin sürtünmeden dolayı iniş mekanizmasında çıkardığı sesler ürpertici geliyordu, resmen yanık kokuyordu, hava sıcak ama bunaltıcı değildi.
Güvenle kamp alanına inerek, telsiz ile anonsumu yaptım Pınar gelebilir diye…
Her zaman dev kütüklerin olduğu kamp alanında nerdeyse hiç odun kalmamıştı, bu kez kamp ateşimiz minik olacaktı.
Herkes inişini güvenle tamamlayınca sıra akşam yemeğine gelmişti. Mükemmel soğanlı, sarımsaklı bir menemen yaptım bir de makarna yapacaktım ama yeterli suyumuz yoktu.
Bir menemene bakıyordum bir de makarna paketine, kafamı kaldırdım Kerim ile göz göze geldim, gülümsedi ve aynı şeyi düşünmüşüz. Bence o makarna menemenin içinde harika olur dedi, öyle de oldu, üzerine bir de kırmadan getirdiğim yumurtaları ilave edince hepimizin gözüne fer gelmişti.
Miss gibi çayımızı da içtikten sonra herkes güvenli bir kuytuda geceyi geçireceği yeri ayarladı, mekanımız çok konforlu değildi ama içimizde fırtına sonrası sessizlik huzuru vardı. Hava kararmış sadece yamaçlardan dağ keçilerinin düşürdüğü taşların sesi geliyordu. Bir ara ormandan gelen kuş sesleri gecenin zifiri karanlığına bambaşka bir renk kattı, ben de kafa fenerimi alarak elimle kanyon duvarına gölgeler yapmaya başladım köpeğim Sezar’ın gölgesini duvarda konuşturuyordum.
Yorgunluktan artık kimseden ses çıkmıyordu, bedenen çok yorulmuştum ama yorgunluktan uyuyamıyordum. Acaba ilerideki zipline yaşam hatları ne durumdaydı? İkisi de sağlam mıydı?. Küçük odun parçaların yanıma toplayarak bir ateş yaktım, bu benim kamp ritüelimdi. Ateşin çıkardığı sesler bana ninni gibi geliyordu kafam önüme düşmüş az da olsa uykumu almıştım.
Gece kanyonun kalbinde uyurken Ay’ın süzülen ışıklarını hücrelerimde hissederim.
Hepimiz erkenden kalktık, Ercan’ın zengin ikramlarıyla kahvaltımızı yaparken olabilecek sorunları değerlendirdik ve inişlere başladık.
Kanyon içindeki dev kayalar selin etkisiyle yer değiştirmişti. İlk zipline geçiş hattına geldik ve hattın doğal atıklar ile kapandığını gördük. Güvenli geçiş noktasına çıkarak önce kendimi güvenceye aldım. Zipline’deki boldlar da selin etkisiyle yerinden çıkmıştı, önce çantaları daha sonra ekip arkadaşlarımı bir avuç daracık yerde yanıma alarak zor da olsa karşıya geçtik yerine yeni boldları taktım, ve ekip arkadaşlarım tek tek geçiş yaptılar.
Asıl mücadele bundan sonra başlayacaktı. Telsizimiz su kazanına düştü artık iletişimimiz yüksek ses ile olacaktı. 2. Zipline’ye gelmiştik arkadaşlarım çelik halatın bağlı olduğu Kaya’nın yerinden kopmuş olduğunu, hattın diğer tarafını sadece çöpler ve dal parçalarının tuttuğunu söylediler. Sakin ve doğru düşünerek en güvenli şekilde karşı tarafa geçmemiz gerekiyordu, Kerim hoca ile bir takım alternatifler düşündük Ebru yan geçiş yapacaktı ben de aşağıdan destek verecektim, aşağıya indim ama durumun hiç de öyle kolay olmadığını fark ettim kuyuya inerek bir gözlem yaptım.
Nereden baksan çok riskli görünüyordu, Ebru da aşağıya yanıma indi yan tırmanışa başladı ama duvarda tutacak bir nokta olmadığı için ilerleyemedi enerjisini boşa harcamaması gerektiğini söyledim. Şimdi B planı devreye girmişti, çok riskli ama tek çaremiz buydu. Yukarıdaki halatın üzerinden ip aşırtarak jumarlama yapmam gerekiyordu, planımı Kerim’e anlattım, onayladı ekipten çıt çıkmıyordu Kerim karşısındaki çöp yığınını gözlemleyerek beni yönlendirmeye başladı.
Ebru güvenliğimi almış artık tırmanış başlamıştı. Tırmanırken yukarıdan düşen parçalara bakıyordum, her tırmanışımda ellerim ipte kulağım Kerim’deydi yavaş, sakin, güvendesin diyerek beni telkin ediyordu, tırmanışın yarısına geldiğimde halat hareket etti, bi kaç santim bile deli gibi adrenalin pompalamama yetti. Artık sol bacağım benden bağımsız hareket ediyordu, duvarda daha önceki geçişlerden Hasan Gedikli abimin çaktığı boldları görebiliyordum ama yaklaşamıyordum otuz santim mesafe kalmıştı bir pandül hareketi ile o boldlardan birini yakalamalıydım, denedim olmadı, olmadı, olmadı…
İnsan ekipmanları ile konuşur mu? İşte o an karabina ile konuşmaya başladım tüm enerjimi toplayarak o çapraz açılır karabinanın ağzını parmaklarımla tuttum, her hareketimde çelik hat daha da aşağıya iniyor, duvardan uzaklaşıyordum. Ebru tırmanışçı olduğu için son hamlemde ipi gevşeterek karabinayı yakalamı sağladı artık güvendeydim ama sol bacağıma hükmedemiyordum. Adrenalinden dolayı istemsiz titreme başlamıştı, ikinci ve üçüncü noktalardan da kendimi tırmanış pozisyonuna almıştım.
Ekipten çıt çıkmıyordu ben de kendi kendime konuşuyor son hareket için hazırlığımı yapıyordum, gücümü toplayıp son iki hamleyi de yaptım ve artık kendimi güvenli noktaya çıkarmıştım.
Ekip çalışması ile çok zor da olsa Kerim’in ve Ebru’nun destekleriyle karşı duvara tırmanarak zipline hattını çektim.
Arkadaşlarımın yüzündeki sevinci asla unutamam, yaklaşık bir saatlik uğraşı sonunda hattı çöplerden arındırdım Cüneyt Uslu kardeşimin Kaya Safety’den derneğimize hediye ettiği çelik boldlar ile hattı yeni ve güvenli duruma getirdim. Hat açık ve geçişe hazırdı. Boğazım kurumuş ve çok yorulmuştum Ercan son kalan enerji içeceğini tereddüt bile etmeden bana gönderdi ilk yanıma gelen Pınar oldu ekipmanları topladı ve ardından Kerim istasyonu kurmuştu.
Son inişlere gelmiştik herkesi bir heyecan sarmıştı sel o kadar çok çöpü içeri doldurmuştu ki dilek ağacı gibi tüm çalılara birer bez parçası dolanmıştı.
İniş yapacağım sırada Pınar yerde mavi bir tırtıl gördü O büyüyüp kelebek olacaktı, avucuma alıp güvenli bir yere taşıdım, bu kanyonda da belki görevimiz Pınarın bulduğu mavi tırtılı kurtarmak olacaktı.
İki elin parmakları kadar olamasak da çok iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum.
Katılım sağlayan tüm arkadaşlarımı yürekten kutluyorum. Ekipman konusunda Bizlere destek veren Kaya Safety ailesine ve Cüneyt Uslu'ya teşekkür ederim.
Kırk Urgan kanyonu uzun bir süre sportif olarak güvenle geçilebilir…
Haydar DAŞTAN
Kanyoning Türkiye
Sevgilerimle…