Kanyonda fethetmek olmaz, keşif olur... 

Kanyon izin verdiği kadar ilerlersin ve izin verirse dışarı çıkarsın. 

Eğer seni yeterli bulmazsa asla dışarıya da çıkamazsın bedenin çıkar ama ruhun ebediyen orada kalır… 

Bizler de kanyon izin verdiği kadar orada zaman geçiririz. 

En güzel an ise tüm ekip sağ salim kamp alanına keyifle döndükten sonraki yüzlerde gördüğüm o haz anıdır… 

İşte bu da öyle bir hazzın hikayesidir... 

Güzyaka Kanyonu’na kalıcı boltlama yapmak için gitmeye karar verildiğinde çok heyecanlanmıştım. Isparta’da birbirinden güzel 20 iniş, su dolu kazanlar, yan geçiş ile heyecan ve aksiyon bizi bekliyordu. Kadir ve Pan Derneği üyelerinin daha önce keşfini yaptığı kanyon hakkında çok güzel detaylı bir teknik rapor okumuştum ve yolculuk için tam bir haftamız vardı. 

5 kişilik ekip anında kurulmuş ve tüm hazırlıklarımızı yapmıştık. Bu kanyon geçişi aynı zamanda benim belgesel hayatına da ilk adımım olacaktı. Usta şoförümüz Alparslan Abi önceden belirlediğimiz duraklardan bizi aldı ve gece yolculuğumuza başladı. 

Anılar, fıkralar ve kahkahalar eşliğinde yolculuğumuz gırgır şamata devam ediyordu. Son kez kanyon haritası ve teknik raporu üzerinde planlarmızı gözden geçirip uykuya daldık. 

Bir polis çevirmesiyle uyandık ve Alparslan Abi’den devletimize 2.174 TL mecburi bağış çıktı. Yani bizden alacağı servis parası uçup gitmişti, moralimiz bozulmuştu ama modumuz düşmemişti… 

Sabah daha güneş doğmadan sarı çorak topraklı Isparta’ya Yarıkkaya Köyü’ne vardık. Hava çok soğuktu ve o kadar rüzgar vardı ki soğuktan uyuyamıyorduk. Sigara için dışarı çıkıldığında arabanın içindeki hava anında buz kesiyordu. Güneşin ilk ışıklarıyla soğuktan ve rüzgardan korunarak kahvaltımızı yaptık. Evden termos ile getirdiğim çay bile soğumuştu. Kahvaltıda da ekmek mi bizi yedi biz mi ekmeği yedik bilemedim. 

Kanyon girişine en yakın noktaya gelmiştik, hava sıcaklığı 5 dereceyi gösteriyordu. Ekipmanlarımızı araç dışına çıkararak giyinip kuşandık ve son kontrollerimizi yaparken yoldan traktör ile geçen köylülerden bilgi aldık. Bu arada yeni bir bilinmeze mi hazırlanıyorduk yoksa her şey beklediğimiz gibi mi olacaktı? Tahmin bile edemiyordum. 

Bunun için heyecan ile koşar adımlarla kanyona doğru ilerlemeye başladık; 

Kanyon mu bizi içine çekiyordu yoksa biz mi kanyonu? 

Saat 09:40’ı gösterdiğinde yolculuğumuz başlamıştı. 

Erdal fark atarak ileride beklerken, arkasından ona yetiştim. Hemen arkamdan Celal, Kadir ve Kerem de gelmişti. İp gibi dizilerek şarkılarla fıkralarla ilerlemeye başladık. İçimdeki ses bu sefer ne işin var burada demiyordu bana. 

Girişte karşılaştığımız küçük göletler bize zorluk derecesini bildirmişti aslında ama biz de o kadar heyecanlıydık ki zorluklara rağmen hiç düzenimizi bozmadan göz takip mesafesiyle ilerlemeye devam ediyorduk. 

Bacalama yaparak inişlere başladık, birkaç geçiş ve bel hizasında su dolu kazandan geçtik ama hala kanyon başlangıcına gelememiştik. Kanyon içi adeta rüzgar türbini gibiydi, keskin ve soğuk dokunuşlar yaparak sanki yanaklardan makas alıyordu. 

Yan yana geldiğimizde sürekli Kadir’in gözlerine bakıyor, tamam başlangıca geldik desin diye bekliyordum. İlk içi çamurlu su dolu kazanı görünce anlamıştım yeni yağmur yağdığını. 

Burası bizim de ilk inişimiz olacaktı. Hemen ekipmanları çıkararak yeni kurulacak istasyon için ipin sürtünerek kesilmeyeceği bir yer tespit ettik. Önce işe kanyon bilgilendirme plakamızı çakarak başladık, istasyon da kalıcı boltlama için bir yandan hazırlanmıştı bile. 

Ben kanyona 2 mm shorty neopren ile girmiştim. Islanmayalım diye ekip arkadaşlarım farklı bir rotadan daha istasyon kurmayı önerdi ve böylece ilk kazanı atlatmıştım. Çünkü toplam 3 kazan ve 20 tane istasyon vardı. Kalıcı boltlama işi mükemmel yerleşim planlaması ile ilerliyordu fakat bizi çok ağırlaştırıyordu. Fazla zaman kaybetmiştik. 6. istasyon bittiğinde saat 14:30 olmuştu ve bu saatten sonra geceye kalmamak için kalıcı boltamaya ara verdik. 

Sadece yaklaşma boltları çakarak ilerlemeye başladık. Kazanlar da bizi çok yoruyor ve ağırlaştırıyordu; hem su çok soğuktu hem de bilinmezliğin kalbine ilerlemek biraz ürkütüyordu, çünkü 2 sene içinde kanyonun formu çok değişmişti. Seller ve yer altı hareketlerden Güzyaka da payına düşeni almıştı. 

Güneş artık bizi terk etmişti, hava sıcaklığı daha da düşüp karanlık da çökmeye başlamıştı. Shorty neopren ile ilk kez üşümüştüm. Hemen fotoğraf makinamı sardığım montumu çıkarıp üzerime giyindim ama kazan sayısı 3'ten çok fazlaydı. Sürekli bel seviyesini geçen her kazanda çıkar giyin yapıyordum. Hava iyice kararmıştı kafa fenerlerimiz çıkıntı ve eğri duvar yapısından dolayı kanyonun her tarafını aydınlatamıyordu. Mümkün olduğunca güvenli ve hızlı ilerliyordu. 

Sonunda telefon çeken bölgeye gelmiştik. Yaklaşık üç iniş ve bir yan geçişimizin olduğunu tahmin ediyorduk ama şu ana kadar 25’ten fazla iniş yapmıştık bile, bundan sonra da daha fazla iniş bizi bekliyor olabilirdi. 

Kanyon izin verdiği kadar orada zaman geçiririz; biz çıkmak istiyorduk fakat kanyon izin vermiyordu. Tahmini üç iniş daha vardı fakat bir yaklaşma boldumuz kalmıştı. Kadir ve Erdal istasyon yeri araştırırken ben, Kerem ve Celal ateş yakmaya çalışıyorduk. İlk ve tek bypass yapılacak noktadaydık. Ama ne tarafa gideceğimizi bilmiyorduk ve bunun için uygun bir yerde kalmaya, geceyi o noktada geçirmeye karar verdik. 

Soğuktan artık çakmak da çakmıyordu. Çok ince dallar bile nemden ıslanmıştı yanmıyorlardı. Bir kez daha kafamda mental savaş başlamıştı. Hemen Kadir’in çantama son anda attığı Kanyoning Türkiye Dergisi’nin 3. sayısı geldi. Yakmaya içim el vermiyordu. Onu çocuğum gibi görüyordum ama mecburen ve istemeyerek de olsa sayfaları bir bir koparıp ateşi başlatmıştım. Celal ve Kerem incecik dal parçalarını sanat eseri gibi ateşin üzerine diziyorlardı. Ona rağmen ateş yanmakta naz yapıyordu. 

Nihayet rüzgarın da etkisiyle ateş yanmış ve alevler kuvvetlenmişti. Arkamızda içi yumuşak topraklı küçük bir mağara gördük, Kadir ve Celal ateşi hemen oraya taşıdı ve artık soğuk kesilmişti. 

Mekanımız oldukça konforluydu, şimdi de sıcaktan üstümüzden dumanlar çıkıyordu. Ateşin başında uzandım hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. Kerem dizime kafasını koyarak yanıma uzandı ve Celal’in kafası da omuzumdaydı. Sanırım kardeş olmak işte tam da böyle bir şeydi. Bu arada Kadir çantasındaki son yiyecekleri çıkarıp beşe böldü. 

Biz atıştırma yaparken az ileriden olan Erdal biriyle telefonda konuşuyordu, “Tamam komutanım, yok komutanım biz defineci falan değiliz.” dediğini duydum. Sanki konuşma hiç bitmeyecek gibiydi ve bu arada konforumuz da yerindeydi. Erdal çıkan matkap seslerinden dolayı çobanların bizi; “Defineciler altın aramaya gelmişler.” diye jandarmaya ihbar ettiğini söyledi. Jandarmanın bizim nerede olduğumuzu bildiğini ve bizi almaya geleceğini söyleyince ateş başından kalkarak coşkuyla şamanlar gibi oynamaya başladık. Neyse ki artık sabah ayazı ile uyanmayacaktık. 

Çok geçmeden çoban ile beraber jandarmalar gelmişti. Küçük bir sohbetten sonra jandarmalar bize ev sahipliği yaparak misafir ettiler. Sıcacık çayımızı içip, üstümüzü değiştirdik ve kürkçü dükkanına doğru dönüş yoluna koyulduk... 

Neden mi kanyona giriyorum? çünkü orada bilinmezlik var dağın kalbi orada gizlidir. 

Bir kanyonu geçince onun ruhuna temas ediyorsun, bence bunu herkes denemeli. 

Dağlar kalplerini açarlar ve biz oradan içeri gireriz,

İhtiyacımız olan tek şey sadece mental güç ve ekip ruhu... 

Haydar Daştan