Sosyal Medya’dan yardım çağrısını görür görmez hızlıca ne yapabilirim diye düşünmeye başladım…

Tanıdığım ve hemen ulaşabildiğim tüm dostlarıma mesajlar attım, Facebook sayfalarından bu çağrıyı büyültmeye başladım.

Hızlıca geri dönüşler başladı.

Doktor, bankacı, avukat, öğretmen her kim varsa geç saatlere kadar bir platform oluşturdum.

Hemen yardımlarda bulunmak isteyenler de oldu.

Yardım o kadar hızla büyümüştü ki her saat ofise yeni paketler geliyordu.
Kimi pakette çocuk ayakkabıları, kiminde elbiseler, kiminde etiketleri hala üzerinde elde dokunma kazaklar, atkılar, bereler, montlar vardı.
Çocuklar üşümesin diye boy boy yeni montlar alınıp koyulmuştu paketlerin içerisine.

Kendi çocuklarına alınmış hiç giyilmemiş ayakkabılarını gönderenler vardı.
Yardım büyüdükçe beni beni daha da çok heyecan sarıyordu. Artık el birliğiyle bir haftada arabanın alamayacağı kadar malzeme toplamıştık.

Halılar, kilimler, battaniyeler bile vardı. Çocuklar bu kışı daha da sıcak ve mutlu geçirebileceklerdi.

Akşam uyuyarak, sabah çok erken yola çıkmayı planlıyordum.
Ama bir gün daha çocukların çaresizce beni bekleyeceğini bilmek içimde büyük huzursuzluk yaratmıştı.

Dayanamadım hemen yol çantamı alıp hızlıca arabaya atladım.
Yol yaklaşık 10 saat sürecekti, Sezar ile beraber ön koltuklara yerleştik, her zamanki gibi ben konuşuyordum o da meşk ile yüzüme bakıyordu daha İstanbul’dan çıkmadan Sezar uyuyuverdi, zaten hep aynı şeyi yapmıyor muydu?

Bardaktan boşalırcasına yağmur başlamıştı ve otobanda çok yavaşlamak zorunda kaldık, mecburen hızımızı kestik. Arabaya çok fazla yük koymuştum gelen tüm yardımları zorla istiflemiştim her zamankinden daha fazla dikkatli olmam gerektiğini biliyordum, Gıda ve bakliyat zaten bagajı doldurmuştu.

Tüm trafik çevirmelerinden yağ gibi akıp geçmiştik, yağmur durmak bilmiyordu farkında olmadan zaman zaman fazla hızlanıyordum, biran önce ulaşmak istiyordum.

Çünkü; aslında ben orada kendi çocukluğuma gidiyordum…

Yağmur iyice arttı ben de iyice yavaşladım, neredeyse duracaktım ama durmak yok devam etmeliydim, içsel yolculuğuma çıkmıştım.

Çocukların dedesi Muhtar İzzet amcayı aradım, yolda olduğumu söyleyince sesindeki heyecanı hissettim hemen beni geri arayarak nerede olduğumu sordu.

Anlaşılan evde bayram erken başlamıştı, artık bundan sonra mola vermek bana zulüm olacaktı, ara ara hızlı geldiğim için yakıt sarfiyatım artmıştı.

Muğla il sınırını gördüm içimdeki heyecandan radyodaki şarkılara yüksek sesle eşlik ediyordum.

mecbur… mecbur… nakaratları bendeydi 😉

Benzinim de artık bitmek üzereydi, ilk istasyonda sadece deponun dolma zamanı kadar mola verdik, bu yorgunluğa rağmen hiç uykum gelmemişti.
Suyumuzu içtik ve yavaşlayan yağmurda bu kez biz hızlanmaya başlamıştık.
Tabelalardan köy isimlerini kontrol ediyordum rotada köyler bir bir eksiliyordu Karacahisar, Çiftlik, Pınararası ve Fesleğen Yaylası, her tabelayı geçtiğimizde ben de hedefe biraz daha yaklaşıyordum.

Gri bulutların arasından dolunay el feneri gibi yolumu aydınlatıyordu.
Son tabelaya gelmiştim Artık Fesleğen Yaylasına hoş geldiniz tabelası beni karşılamıştı.

Bu köyde beni ne bekliyordu bilmiyordum, hızlıca bir bilinmeze gelmiştim…
İçimdeki o çocuksu heyecandan başım dönmeye başlamıştı.

İzzet amcanın tarif ettiği gibi köy yollarını bir bir aşmıştım, inanılmaz ama yağmur birden kesildi, daracık yola sarkan zeytin ağaçlarının aralarından geçiyorum kollarıyla arabayı selamlıyorlar, sedir ağaçları ise rüzgarla birlikte başını sallayarak sanki bana hoş geldin diyordu…

Bu ne güzel bir karşılamaydı böyle…

Güneş gri bulutları yırtarak sıcak yüzünü tamamen göstermişti artık bu günün çok güzel olacağını biliyordum.

Bedenimden önce aklım, yüreğim, kalbim, ruhum buradaydı sanki.

Gece o yağmura karşı mücadelenin mükafatını almıştım artık, güneş parıltılı yüzünü benim yüzüme sürüyordu, belli ki hava gerçekten çok güzel olacaktı.
Çocukluğuma gidiyordum, sanki bulutların üzerindeydim. İzzet amcayı aradım az kaldı gelmek üzereyim dedim, O da bana yola çıktım yol ağzındayım seni bekliyorum demez mi...

Sabahın ilk ışıklarıyla İzzet amcayla buluştuk, toprak ve bozuk bir yoldan evlerine vardık, yol olmadığı için araba bata çıka ilerliyordu.

Eve vardığımda tüm çocuklar kapıda Noel babayı bekler gibi utana sıkıla biraz da mahcup bir şekilde beni bekliyorlardı.

Öyle bir sevgi seli vardı ki yaşadığım tüm sorunları anında unutuverdim, kahkahalar, cıvıltılar, sabah kuş sesleri, keçilerin çan sesleri, rüzgarın yapraklarla dansı, çoban köpeklerinin havlaması, kuzuların meleşme sesleri…

Bambaşka bir diyardaydım, oysa on saat önce İstanbul'da zehir dibi egzoz kokusu çekiyordum ciğerlerime, korna gürültüsü dinliyordum.

Farkında olmadan birden doping yapmıştım sanki.

Arabadan iner inmez çocuklar boynuma atladı, hangi birine sarılacağımı şaşırdım. Hepsi birbirinden hareketli enerji dolu cıvıl cıvıl çocuklardı. Birinin pantolonu yok, birinin kazağı yok, birinin çorapları, ayakkabıları yoktu tüm kıyafetleri toplasan ancak bir çocuğu giydirebilirdin.

Oysa Haydar amcaları onlara çok uzun zaman yetecek yeni kıyafetler getirmişti.
Elimden tutarak beni sundurma evin içine çektiler, daha merhabalaşamadık bile. Doğru eve gelip gelmediğime bile emin değildim ağıldan bozma bir baraka buldum kendimi.

İçeri girer girmez yer sofrasında bana kendi bahçelerinden sebzelerle harika bir kahvaltı sofrası hazırladıklarını gördüm, ama kahvaltı bir kişilikti. Sordum, biz çok erken kalktık sabah altıdan beri seni bekliyorduk dedi çocuklar.

Oysa ben saat on da varabilmiştim, belki de
hayatlarının
en çekilmez,
en acı,
en uzun dört saatini yaşamışlardı.

Hızlıca (Kadir Yılmaz dan bile hızlı) bir kahvaltıdan sonra arabayı boşalttık, sanki tüm eşyalar çocukların bedenlerine göre seçilip alınmıştı.

Mutluluğum yüz bin kat daha artmıştı.

Çocuklar öyle mutluydu ki,

Deniz Ülgen Şeren, Perihan Ülgen Nese Çağdaş Günaçan, İlknur Topçu Selda Şahin Avşar, Serpil Daştan Hıdır Daştan, Kübra Uludağ, Kadir Yılmaz, Şeyma Yılmaz Sinan, Ayşen Unur Özaslan, Erdal ÖZaslan, Betsy Ozromano, Derya, Serdar Can, Temmuz Peyzaj, Aylin Yaşar Budak, Umut Daştan, Nuh Cebeci, Ayşe Teoman Kavak, Kerem Günaslan, Ayşe Teoman Kavak hanımın Ofis çalışanları, Kaya Safety Kemal Kaya...

Var olun dostlar…

Sabah aklım, yüreğim, kalbim, ruhum, düşüncelerim benden önce gelmişti bu yaylaya.

Şu anda geri dönüyorum ama sadece bedenim benimle ne aklımı alabildim yanıma ne kalbimi ne de beynimi.

Bu günden sonra Kalbim Ege'de kaldı…
Haydar Daştan