RİSK YOKSA BAŞARI DA YOK…

Babam her zaman derdi ki kendi hayatının izleyicisi değil oyuncusu ol.

Bu nasihattir tutkulu olmama sebep.

Hayatımda büyük mucizeler yaratamadım ama küçük işleri hep birer mucizeymiş gibi yaptım, her işimi severek yapmaya özen gösterdim.

Güzellik yaptıkça güzelleştiğimi gördüm, kokum tadım, rengim, tutkum değişti.

Bu kanyon geçişi de o yüzden içinde tahrip gücü yüksek adrenalin barındırıyor.

Hava sıcaklığı gece 26 derece, ay tamamlanmamış hayaller gibi yarım. Gün açık, güneşli, hava net temiz.

Yöredeki Erdal ile görüştüm, havanın çok güzel olduğunu, uzun zamandır yağmur yağmadığını ve derelerdeki su seviyesinin çok düşük olduğunu söyledi. Suların en düşük seviyesini takip ediyordum. Bahanelerden uzak tek başıma bir yolculuğa çıkacaktım.

 

Kanyona girmeden önce iyi hazırlık yapmalısın, kanyonun zorluk derecesi senin yaptığın hazırlıktır.

Önce zihnini boşalt ve sana sunulan güzellikleri yaşayarak hisset.

 

Kanyon içinde kafanı kaldır, sık sık etrafına bak, arkandan biri geliyormuş gibi geri dön. O muhteşem duvarlara dokun. Parmak uçların ile değil avucun ile dokun. Bazen yanağını yapıştır kayalara, seni öpmesine izin ver.

Kara Cehennem boğazında yaşanan sel felaketinden sonra Ersizlerdere’ye dökülen sular içeri girmemize izin vermemişti. Daha ilk inişteki cadı kazanı “gelme! gelme!” diye köpüklenerek bizi geri göndermişti.

Buruk bir acı ile kalbimizi arkada bırakarak evimize dönmüştük. O kanyondan daha yeni cansız bir beden geçmişti. 20 yaşında gencecik bir kardeşimizin çığlıkları vardı, izlerini bulabilir miyim diye içeriye girip son durumu görmeliydim.

Hazırlıklarımı yaparak bir program yaptım ve her zaman etkinlik iptal etmeme stratejim ile yola çıktım. Hava durumunu son 10 gündür detaylı kontrol ediyordum, sıcaklık gündüz 26 dereceydi, yani yağmur olma ihtimali sıfırdı. Zaten en kötü ne olabilirdi ki? Gidip köy halkı ile sohbet ederek geri dönerdik. Mis gibi tereyağlı Ecevit çorbası da kazancımız olurdu.

 

Arabaya ekipmanlarımı yüklerken tek tek en ince detayına kadar kontrol ettim.

Son kez gözlerimi kapadım ve içeriye girerken en kötü neler olabileceğini düşündüm, ilave yedeklemelerimi yaptım.

Saat 21’i gösterdiği zaman yolculuğuma başladım, yaklaşık 8 saatlik bir yolum vardı.

Her zamanki gibi köpeğim, sadık dostum Sezar beni yalnız bırakmamıştı.

 

Uzun yolda müzik dinlemeyi sevdiğim için mola vermeyi düşünmemiştim, bir kez yakıt alımı ve Sezar’ın ihtiyaç molası için durdum.

Hangi ara Bolu tünelini geçtim hatırlamıyorum, o geçen zaman içerisinde neler geçti aklımdan bilemezsiniz.

Hangi iniş ne durumdaydı, bold durumları nasıldı, su dolu kazanların içi kayalar ile dolmuş muydu, şelaleden atladığım zaman su derinliği yetecek miydi?

 

İçeri girmeden en küçük bir tahminde bile bulunamazdım.

Sabahın ilk ışıklarıyla Küre dağlarına tırmanıyorum kafamı kaldırdığımda ilk önce Ersizlerdere kanyonu tabelasını ardından da heybetle başını sisler içinde gizleyen kara cehennem boğazının ulu zirvesini görüyorum.

İşte oradaydı…



Ayağımı gaz pedalından çekerek hayran hayran zirveyi izlemeye başladım, ben yaklaştıkça içimi daha büyük heyecan kaplıyordu.
Emin abinin lokantasına tam zamanında varmıştım, Erdal çayı hazırlamış bana menemen yapmaya koyulmuştu bile. O kadar hızla kahvaltı yaptım ki anlatamam, bir an önce gizemli kanyon ile buluşmalı, parmak uçlarımla güneşten aldığım enerjiyi hemen kanyon duvarına sürmeliydim.

 

Erdal beni Karadon köyüne bırakacaktı fakat orman yolunda ilerlerken geçen selin etkisiyle yolun uçmuş olduğunu gördük. 
Erdal’ın oğlu Emir maalesef kötü haberi verdi.

 

İlerlemek imkansızdı.

 

Uçurtması tellere takılmış çocuk gibi dudaklarımı büzdüm, omuzlarım çöktü, boynum büküldü, bir şey olmalı, bir şey yapmalıydık!
Üzüldüğümü gören Erdal çevre köylerin yollarını bilmediğini ancak deneme yanılma yoluyla Karadon köyüne başka güzergah üzerinden ulaşabileceğimizi söyledi.

Gözlerimdeki ışıltı, yüreğimdeki heyecanın tarifi imkansızdı. Yolda denk geldiğimiz ormancılardan koordinatları öğrendik.

Yarım saat sonunda birkaç yanlış yola girsek de Karadon köyüne ulaşmıştık…

Bozuk yollardan dolayı çok zaman kaybetmiştik. Köyün girişinde beni indirip acilen dönmemiz gerek diyerek hızlıca gittiler. Ekipmanlarım ve ip çantam çok ağırdı, o kadar çok döne döne başka yerlerden köye geldik ki yön duyum şaşmış, doğu batıyı ayırt edemiyordum.

 

Saat tam 9:30’da dere yoluna girdim. Yaklaşık 1,5 saat dere yolunu geçip, kanyona girdikten 3,5 saat sonra ekip arkadaşlarıma kanyondan çıktım demeyi planlıyordum.

 

Biraz ilerledim, hemen ayı dışkıları ile karşılaştım bile. Köyde köpek olmadığı için ayılar köy evlerinin çok yakınlarına kadar geliyorlarmış. Hava çok sıcaktı, adımlarımı hızlandırarak bir an önce kanyona girmeliydim. Artık ayı bölgesinin tam ortasındaydım.

Burası yaban hayvanlarının doğal alanı, bir karşılaşma yaşamamak için çok hızlı hareket etmeliydim.

Ara sıra düdük çalarak ses çıkarıyordum, bazen de bağırarak çevreye sesleniyordum. Küçük bir düzlükten geçerken selin köy mezarlarını da dağıttığını ve toprak üzerinde birkaç insan kemiği olduğunu gördüm.

Doğal döngünün yine onları saracağını bildiğim için yoluma devam ettim.

Yanıma tüm yedekli malzemeleri almıştım. Birazdan kanyona girecektim, yaptığımın doğru olmadığını biliyorum ama birinin yol açması, yol göstermesi gerekiyordu. Bu spor içinde bir kültür barındırıyor, o yüzden bu yaşam felsefesini bilmeyen kişilerin kanyon geçmesini beklememeliydim. Herkesin bir tercihi olduğu için de, kimseye sözüm yok elbette. Bu sporun gerçek değerini bilenlerin mıknatıs gibi yavaş yavaş merkeze geleceklerine inanıyorum.

 

Derinliklere girdikçe selin yıkım gücü hayretler veriyor. Yoluma selden kaçamamış domuz ölüleri çıkıyor. Kokudan başım dönüyor. Adımlarımı hızlandırdıkça ayı izleri de artmaya başlıyor.

Bir an önce benim için güvenli bölge olan kanyon içine girmeliydim. İçeride tecrübelerimin beni hayatta tutacağını biliyordum.

 

Aslında ayıdan korkmuyorum, yavrularını koruma güdüsüyle bana saldırmasından korkuyorum. Yoksa durup dururken bir ayı insana elbette saldırmaz.

Son bir gayretle kanyon girişine geliyorum, biraz dinlenerek kafamdan fizibiliteler yapıyorum.

 

Hasan Gedikli abimin ‘’Yapma oğlum kafana bir taş düşer sen yine de tek gitme’’ sözleri geliyor. Kendi kendime tekrarlayarak bir ileri bir geri dönüp duruyorum kanyon ağzında.

Tek başıma gitmeyi ben de istemiyorum ama içeri girebilecek yürekli, cesur ekip arkadaşları bulamıyorum.

Belki zamanı geldiğinde onlar beni bulacaklardır.

 

Gözlerimi kapayıp ritüellerimi yapıyorum, kollarımı güneşe açarak içimi enerji ile dolduruyorum, evrenden dileklerde bulunuyorum.

 

Şimdi artık macera dolu geçişe hazırım.

İki adım atarak iniş yapacağım yere geliyorum. İlk şoku o anda yaşıyorum. Tam bir hayal kırıklığı, bold yerinden kopmuş, acilen yeni bold çakmam lazım.

Daha ilk bold kopmuşsa kim bilir içeride beni ne tehlikeler bekliyordur.

 

Buradan daha önce yürüyerek geçiyorduk ama kanyon girişi o kadar değişmiş ki içeriye ip istasyonu açmadan inmek imkansız. Doğal selin getirdiği bir ağaca ipimi dolayarak inişe başlıyorum, çalılardan ve kırılan ağaçlardan zorlu bir iniş yapıyorum.

 

Artık kanyon zeminine indim, belime kadar suyun içindeyim, ipimi yavaşça toplarken adrenalinden ellerim titriyor, kalp ritmim hızlanıyor. İçimdeki ben, bana hadi oyalanma yaparsın sen diyor. İpi hızlıca topluyorum. Yusuf yukarıda kalıyor ben ise aşağıda yapayalnız. Aslında yalnız değilim arkadaşlarımın pozitif enerjileri benimleydi biliyorum.

 

Sorunsuz geçip geçemeyeceğimi bilmiyorum ama tüm gayret benim elimdeydi.

Zaten başarı da gayrete aşık değil miydi?

Hayat bize her zaman mesajlar verir ama biz bazen görmeyiz bu mesajları, alamazsan tekamüle ulaşmak imkansızdır.

Korkarak yapılacak hiçbir şey yok, yoluma duraksamadan devam etmeliyim.

Zorluklara karşı bazen test ediliriz, zayıflığımızı görüp pes etmek için değil, gücümüzü keşfetmek için.

 

Önemli olan vaz geçmemek.

Benim kanyondan çok şey çıkardığım doğrudur, sayfalar dolusu heyecan ve anılar doldururum çantama.

 

Kendi kendinize yüksek sesle sorun bakalım, başkasının hayallerini yaşayacak kadar zamanınız var mı?

Zamanınız kıymetliyse kendi hayallerinizi zorlayın, geride bıraktıklarınıza değil içeride sizi bekleyen güzelliklere odaklanın.

 

İçerde ruhani bir güç olduğuna inanıyorum, bu güç senin içinde var olan gücü açığa çıkarır. Sen, sen olursun. Bunu anlamak için başka insanlara bakmana gerek yok.

Başkalarının ne dediğine odaklanma, onay aradığını anladığın an çöküşün başlar, komik, eğlenceli ve neşeli hissediyorsan tek eksik olan adrenalindir.

 

İkinci inişimi ve art arda suya atlamalı birkaç geçiş daha yapıyorum.
Yüküm çok ağır, omuzlarım dayanılamayacak kadar ağrıyor.

Çantalarımı su yüzeyinde sürükleyerek çekiyorum. Büyük bir kayaya sırtımı yaslayarak geçen zamanı değerlendiriyorum. Bir yandan çikolatamı yiyerek etrafı gözlemliyorum.

Kendime ilk sorum şu: “Böyle bir aksiyona gerek var mıydı?”

Gerek olmasaydı ben bugün burada olmazdım diyorum. Başkalarını kararlarıyla yaşarsan kendi hayatını başkalarının gözüyle izlersin. Hayalini kurduğun hayatı başkaları yaşar. Sen sadece izleyici olursun, kendi hayatında baş rolü oynamak istiyorsan, kendi iç sesini dinlemelisin.

 

Her zaman engeller olacak, şüphe edenler olacak, ama içindeki güce inanırsan tüm limitler ortadan kalkacaktır.

Kanyoning sporu bana hiçbir şeyi zorlamamayı öğretti, sohbeti, ilişkiyi, arkadaşlığı, ilgiyi ve aşkı.

Zorladığın hiçbir şey için savaşmaya değmez. Olması gereken zaten olacaktır, bu her zaman böyledir.

Mental olarak kendimi buraya giremeyecek güçte hissediyor olsaydım, şu anda ben de evimde TV başında dizi izliyor olurdum. Bu geçişlerimin yalnız yapılmasını onaylamıyorsan sen de üzerine düşen görevi yerine getir, ekibe katıl.

Tek başına gidilir mi dediğinizi duyar gibiyim. Elbette eleştirmek çok kolay, elbette yorum yapmak çok kolay. O zaman haydi harekete geçin.

 

Burada matematik doğru işlemez, bir yanlış tüm doğruları götürür.

Artık balık sırtı gibi, geri dönüş tamamen imkansız hale geliyor, tek çare ileri gitmek, güvenle daha da ileriye gitmek.

Hedefine değmeyen okun yayına da faydası olmaz derler. Bu yolculuğa çıktıysan hücrelerine kadar hissederek yaşamalısın, her anı gözlerine yüreğine kaydetmelisin.

Kendini test etmelisin. İyi gözlem yapmalısın.

 

Büyük bir kayanın su yolunu tamamen kestiği noktaya geliyorum. Akıntı birdenbire duruyor, peki ama buraya gelen su nereden boşalıyor?
Yoksa bir sifon mu oluşmuştu?
Bir süre hareketsiz kalarak su yüzeyini izliyorum. Artık sifon oluştuğuna kesin eminim. Ama yerini bilmiyordum, çok dikkatli hareket ederek hızla oradan uzaklaşmalıydım.

Kayanın diğer tarafına geçebileceğim yeri tespit ederek kontrollü bir şekilde suyun içinde adımlar atıyorum, zorlu bir tırmanış yaparak o bölgeden uzaklaşıyorum.

Suyun diğer tarafında da akıntı yok, tahminlerim doğru çıkıyor.

 

Yüksek bir inişe geliyorum, şelaleden akan su kayaları var gücüyle döverek aşağı dökülüyor. İniş yapacağım yere geldiğimde büyük bir sürpriz ile karşılaşıyorum.

 

İstasyonda hazır ip var.

Daha önce kurtarma çalışmaları için giren ekipler ipi orada bırakmak zorunda kalmışlar. Hemen kontrolleri yaparak oradan inişimi yapıyorum. İniş yaparken kayaların altından oluşan sifon çıkışını çok net görebiliyorum, bunu ekip arkadaşlarıma bildirmeliydim.

Şelaleden inişimi yaptığım ipi öperek, beni indirdiği için ona teşekkür ediyorum, el sallayarak vedalaşıyorum.

 

Mola veriyorum ama asla olmaması gereken bir şey oluyor. Enerji içeceğimin kutusu patlamış, tamamen çantaya dökükmüş oysa ona çok ihtiyacım vardı. Yine de motivasyonumu düşürmüyorum. Ne yaparsan yap yüzde yüz en iyisini yap, çalışırken çalış, gülerken gül, yemek yerken ye, koşarken koş ama kanyona girerken sadece tadını çıkar. Hiç tereddüt etmeden su geçirmez çantamın dibinde kalan enerji içeceğimi kafaya dikerek içiyorum ve anında gücü hissediyorum.

Mola bitti, haydi! Zaman geçiyor, yola devam.

 

Etrafıma bakıyorum ama kendimi sanki marsta gibi hissediyorum, bambaşka bir yerdeyim. Defalarca geçtiğim kanyonu tanıyamıyorum. Daha önce ip inişi ile geçtiğim yerleri yürüyerek geçiyorum, yürüyerek geçtiğim yerleri ise şimdi doğal istasyon kurarak geçiyorum. Duvar yapısı bile değişmiş.

Bu sporun en sevdiğim yanı kendini tanımana yardımcı olmasıdır ya da kendini tanıyor olma yolunda ilerletiyor olmasıdır. Kendini tanıdıkça başka insanları tanırsın.

Öz benliğine ulaşırsın, bolca dopamin salgılarsın.

Kanyon zor spordur, zora dayanamayan ekip arkadaşların seni bırakırsa, bırak gitsinler. Senin bu sporda kaderin, asla birilerinin yalnız bırakmasına bağlı değildir ve bu onların kötü insanlar olduğu anlamına da gelmez. Bu sadece senin hikayelerinde onların rollerinin bittiği anlamına gelir.

 

Kanyon çok şey öğretiyor insana, her iniş yaptığında bazı şeylere boşu boşuna üzüldüğünü anlıyorsun, alışmayı ve kabullenmeyi anlıyorsun sonra çıkışta bir bakıyorsun ki seni acıtan ne varsa hepsi uçup gitmiş.

 

Her insanın içinde kanyonlar gibi keşfedilmeyi bekleyen bir yanı vardır. O kişi sensin, tüm güvenliğini alarak sorumluluğa girmelisin ve kendini tanıyacaksın. İşte bundan sonra mucizelere hazır olmalısın.

 

Hava çok güzel, güneş kanyon içini iyice ısıtmış. Küçük atlamalar ile kanyon geçişime devam ediyorum.

Artık kanyonun yarısını geçtim, başka bir ip bırakılan istasyona geliyorum.

Yüzümde kocaman bir gülümseme.

Kanyon içinde sadece Kaya Safety Boldları sağlam kalmış, ürünleri de isimleri gibi sağlam ve kalıcı.

Arkadaşlarımın enerjisi benimle biliyorum, bu kadar da şans olamaz herhalde.

 

Yukarıdan inişimi tamamlamadan önce kafamı dereye gömerek kana kana su içiyorum, üzerimde neopren kıyafet var, onun için adeta ateş içindeyim.
Şimdi serin, güneş görmeyen ve mola verdiğimiz bölgeye geliyorum.

 

Yukarıdan doğal kaynak suyu akıyor, dudaklarımı dayayıp soğuk suyla içimi rahatlatıyorum

Küçük mağara geçişine geliyorum, ama geçiş yeri tamamen kapanmış, süzgeç oluşmuş, oradan inmek imkansız. Yan tarafa bakınca oradan da emniyetsiz geçilemeyeceğini görüyorum. Tek çare yukarıdan suya en derin bölgeye göbek üzerine atlamak.

 

Uzun bir mola verme kararı alıyorum.

 

Atıştırmalıklarım bitti, ancak dinlenerek kendi kendime yetebilirim. Ayakkabılarımın içi küçük taşlar ile dolu, yürüyüş ızdıraba dönüşmesin diye genel bakımımı yapıyorum. Yarım saat doğayı dinleyerek istirahat ediyorum. Gözlemlerimi yaparak suyun köpüren bölgesinin hemen ilerisine atlama yapıyorum ve doğru karar…

Artık kanyon içinde son birkaç inişim kaldı. İlk bulduğum soğuk su kaynağına dudaklarımı yapıştırıyorum soğuk su demek ferahlık demek. Hayretler içindeyim, iniş yapacağım devasa kaya yerinde yok!

Boldlar kopmuş, benim de çakacak boldum kalmadı, sakince etrafıma bakarak nelerden yararlanabilirim diye göz atıyorum ama hiçbir şey yok. Kanyon içine akıntı ile gelmiş bir tel parçası buluyorum, bu büyük ikramiye gibi bir şey benim için. Hemen teli takıldığı yerden usulca çıkararak en uygun kayaya bağlıyorum ve istasyonumu hazır hale getiriyorum. İnişimi sakince yaparak aşağıda sığ suyun içinde zafer çığlıkları atıyorum.

Geçtim be! Geçtim!

İpimi toplarken selden dolayı boğularak ölmüş bir sincap görüyorum, durgunlaşıyorum, kuru bir yere kaldırarak su ile mücadelesine son veriyorum.

Yeni istasyona geliyorum artık son inişteyim, istasyon çaktığımız dev gibi bir kaya vardı ama o da artık yok!

Eski boldlar yerinde duruyor zorla da olsa istasyonumu kurarak inişimi yapıyorum.

 

Ve artık kanyon bitti…

 

Dere zeminine iniyorum, şimdi orman yolundaki patikadan ilerleyerek Emin abinin lokantasına ulaşmalıyım.

Hayatım boyunca bir şey arıyordum, beni motive edecek, bana ilham verecek, iyi hissettirecek, odaklanmamı sağlayacak, mutlu edecek. Meğer o şey yerin dibinde, dağın kalbindeymiş.

 

Daha önce kanyon geçmek ejderhalar ile savaşmak gibi bir şey demiştim, orada mis gibi hafif bir esinti var. Eğer ejderhalar uyurken sakince geçersen güvende olursun.

 

Toplumun büyük çoğunluğu hayallerine ulaşamıyor, neden biliyor musunuz?

Çünkü cesaretleri yok, özgüvenleri yok. O çoğunluğun içinden sıyrılıp mutlu olabilirsin.

 

Zaten hayalleri yaşanır kılan da düşlerimizin gerçek olma ihtimali değil midir?

Ben olmasam yapamazsın diyenlerden hemen kurtulun.

 

Bir demir düşünün, onlarca kez ısıtılıp soğuyor ve sonuçta bir çeliğe dönüşüyor, sen de bu kadar ateşte yanarsan özün neden ilham alıp değişmesin ki?

Keşif raporlarından adının silinmesi, yok sayılman, ekipten dışlanman, darbe yemen seni daha güçlendirmiyorsa peki ne zaman değişime uyum sağlayacaksın?

 

Nasıl bir hayaliniz varsa asla vaz geçmeyin, onun için bedel ödeyin mutlaka onu deneyin.

Dere yatağından zorlu mücadeleler ile geçişlere başlıyorum.

Asıl zorluk tekrar yaban hayatına giriş yapmam.

 

Yan çıkış yaptığım patika yol sel ile yok olmuş, kenarlardan yürürken taze üzerinde duman tüten ayı dışkısı görüyorum. Kalbim beynime sıçrıyor.

Yüksek sesle bağırarak şarkılar söyleyerek yoluma devam ediyorum.

İlk telefon çeken yerden ekip arkadaşlarıma güzel haberi veriyorum.

Hızlı adımlar ile ana yola ulaşıyorum.

Kanyon geçişimde Kerim Selvili’nin önce ipin güvenliği teknikleri ve Erdal Özaslan’ın dikkati ile sorunsuz bir şekilde aktım çıktım. Su seviyesi az fakat debisi çok yüksekti. Her ihtimale karşı iki ip ile gelmiştim.

Destek veren tüm dostlarıma, gelen, gelmeyen, harekete geçiren, herkese çok teşekkür ederim.

 

Bırak seni yargılasınlar, bırak seni yanlış anlasınlar, bırak senin hakkında dedikodu yapsınlar.

Onların görüşleri, düşünceleri senin sorunun değil.

 

Sen nazik ol, saygıya sevgiye bağlı kal ve düşlerinde hür ol.

 

Ne derse desinler ne yaparsa yapsınlar sen değerlerinden ve kendi doğrularının güzelliklerinden asla şüphe etme…

 

Başarılarını seninle birlikte kutlayabileceğin arkadaşların ile paylaş.

Diğerleri mi?

Onları önemseme bile.



KADAK
Kanyoning Türkiye
Kanyon ve Doğa Sporları
Arama Kurtarma Derneği Başkanı

Haydar DAŞTAN